Son günlerde yeniden alevlenen Anayasa değişikliği tartışmaları beraberinde birtakım soruları da getirdi. Acaba ilk üç madde mi değiştirilecek, özerk yönetimlerin kurulmasını sağlayacak adımlar mı atılacak, tehdide dönüşen İsrail saldırganlığından dolayı güvenlikçi bir anayasa mı hazırlanacak, devletin dili mi değişiyor vb. saymakla bitirilemeyecek suizanlar, korkular, umutlar…
Aynı Şeylerin Tekrarı
Başlıkta kullandığımız “Medrese Atatürkçüleri” Türk Devlet felsefesini anlamadan, onu tanımadan batıcı olmayan İslamcı Muhafazakarları, Turancıları ve milliyetçi çevreleri laiklik ve cumhuriyetçilik perspektifinde eleştirenlerdir. Bu noktada verilebilecek en güzel örnek anayasanın 3. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” hükmü yerine “Milletin, devleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütündür” şeklinde değiştirilmesi şeklinde başlayan tartışmadır. Aslında bu tartışma da üstü kapalı istenen değişim talebi de tamamen fuzulidir. Çünkü her iki tabir de Türk devlet felsefesi açısında aynı anlamdadır.
Eşitler Arasında Birinci: Millet
Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı ile başlayan süreç ve beraberinde 1924 Anayasasında gerçekleştirilen 1928 değişikliğine kadar devletin esasını oluşturan dört temel saç ayağı bulunmaktaydı. Bunlar: “Din-ü devlet mülk-ü millet” şekliyle formüle edilen anlayıştı. Yani devlet: din, egemenlik, ülke ve dine göre biçimlenmiş toplumsal tabakalardan oluşan milletten oluşmaktaydı. Atatürk’ün seküler ve laik cumhuriyetçi anlayışı bu dört ilkeden biri olan dini, devlet hayatından çıkarmış ve devleti bireylerden oluşan Türk toplumuna yani ulusuna mal etmişti. Dolayısıyla ’da Osmanlıda yer alan ve 1982 anayasasında geçen millet, vatan, egemenlik yani devlet ilkesel bazda hala varlığını korumaktadır. Anayasa da bunun ne şekilde yazılacağı aslında pekte önemli değildir. Burada esas olan ülke, millet ve devlet yani egemen olan organizasyonun varlığını koruyabilmesidir. Anayasanın başlangıç kısmı dikkatli bir şekilde okunulursa eğer devlet, millet ve vatan (yurt) ilkelerinin birbiri arasında hiyerarşik bir üstünlük anlayışına sahip olmadığı birbiriyle eşit ve denk olduğu da görülecektir. Hatta belirli yerlerde “millet” tabirinin eşitler arasındaki birinci temel unsur olduğu da görülecektir.
Meşrutiyet’e mi Geçilmek İsteniyor?
Gerçek bu kadar açıkken bazı medrese Atatürkçülerinin kalkıp ta “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” hükmü yerine “Milletin, devleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütündür” şeklinde değiştirilmesini ülkeye meşrutiyetin getirilmek istenmesi şeklinde yorumlaması oldukça ilginç hatta gülünçtür. Her şeyden önce meşrutiyetin var olması için önce bir hanedanın olması gerekir. Eğer bir memlekette birileri Cumhuriyet idaresinin kurumları ve idarecileri varken hanedan kurabiliyorsa zaten o ülke için artık anayasal düzene de, meşrutiyete de, seçime de ya da demokratik kurumlara da gerek kalmamış demektir. O ülke de çoktan atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, bir ihtilal vuku bulmuştur.
Konunun Mankenleri: STK ve Özgür Özel
Her şey bu kadar açık ve netken bu tartışma neden alevlendirildi ve neden gündem haline getirildi? Şahsi kanaatimizce yukarıda tartıştığımız hüküm nezdinde medrese Atatürkçüsü bile olamayan İmamoğlu ile Özgür Özel’in baba çiftliğine çevirdiği CHP’nin ve ırkçı eğilimleri olan partilerin nabzı ölçülmek istenmiştir. Yani kendini ortaya atan bir takım meslek kuruluşları, sendika veya STK’lar aslında boş yere ortaya atılmıştır. AK Parti’nin onları kale alması zaten söz konusu olamaz. Çünkü onlar 22 yıllık AK Parti iktidarında hiçbir zaman suya sabuna dokunan bir iş yapmadıkları gibi örgütlü toplumun inşası ya da güçlenmesi için nitelikli bir adım da atmadılar. Kısacası konu mankeni olmaktan başka bir işe yaramamışlardır. Aynı 1960’lı yıllardaki demir perde ülkelerinde ki tutucu güçler gibi.
Gezgin Adam Dergisi Editörü Ömer Kaçmaz