Türkiye’de her daim başarısızlık, başarısızlığı yaşayanların dışında aranmıştır. Spor kulüplerinden tutunda siyasilere kadar kimse başarısızlığı sırtlanmaz. O yüzden de istifa müessesi bizde pek çalışmaz. Başarısızlığın suçlusunun her şeyde arandığını hatta inandığımız dinden kaynaklandığını da duymuşuzdur ama mezhepte arandığını akademik çevre hariç sıradan insanımız herhalde pekte duymamıştır.
XX. yy.ın başlarında ya da hemen öncesinde Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza gibi pozitivist, biyolojik materyalist cereyanlara kapılan hatta Louis Büchner’in “Madde ve Kuvvet” isimli kitabını okuyarak gaza gelen pek çok mektepli, İslam’ın aklı ötelediğini dolayısıyla da geri kalmışlığın nedeni olarak İslam’ı gösterdikleri malumdur. Ama kimse fıkhi ve akaide dayalı bir mezhebin Gazali gibi düşünce insanlarının geliştirdiği Sünni devlet ve toplum teorisinin suçlu olduğunu modern yani laik, seküler dönemde ifade etmemiştir. Çünkü ortada ne Gazali’nin hükmü ne de örf ve İslam Devleti kaldı.
Sünni bakış açısına aslında saldırılar 1990’lı yıllarda akademik camiada sıklıkla gündem olmaktaydı. Bilhassa 1990’lı yıllarda sosyal bilimlerin bir dalında lisans eğitimi tamamlayan bazı akademisyen ve pek çok öğrenci Weberyan yaklaşımın popülerliğinin etkisinden olsa gerek mezhep ile zenginleşme ve kalkınma arasında bağlar kurmaya başladı.
Alman sosyolog Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” isimli çalışmasında özetle, Protestanlığın ortaya çıkmasıyla Protestanların Avrupa’daki ekonomik gelişmeyi sağladığını savunuyordu. Weberyan görüşün bu tezinden hareket eden Türkiye’deki bazı çevreler Hanefi ve Şafi gibi Sünni mezheplerin kahir ekseriyetini oluşturduğu Türkiye’de ekonomik refahın ve gelişmenin sağlanamamasının sebebini Hanefi ve Şafii mezheplerinin ekonomik görüşüne bağladı. Bu hem kolay hem de ucuz bir perspektifti. Ne de olsa dindar ya da değil son 150 yılın siyasi elitleri ve yöneticilerinin tamamına yakını Sünni’ydi ve Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş gümbür gümbür iktidar yürüyüşündeydi. Ne var ki bu çevreler Protestanlığın Türkiye’de neye karşılık geldiğini, hangi mezhebi tanımladığını, hangi cemaat veya tarikata denk geldiğini bir türlü gösterememiş ve söyleyememişti. Belki de bu yüzden 1990’ların sonundan itibaren İslam ile pekte ilgisi bulunmayan çok sayıda akım, cemaat ve tarikat birdenbire ortaya çıktı. Bunların pek çoğu da farklı çevrelerce İslam düşüncesine zarar verecek bir art niyetle desteklenmiş ve bu grupların etrafında bir başarı öyküsü oluşturulmaya çalışılarak toplumdan rağbet görmeleri amaçlanmıştı. Neden mi? Çünkü Türkiye’ye neoliberal politikalarla uyumlu yeni bir Protestan ahlak getirilmeliydi. Bu strateji kısmen başarılı da oldu. Nitekim her gün televizyon ekranlarında ya da gazetelerin haber sayfalarında ahlaka, maneviyata, mukaddesata, geleneklerimize aykırı, sapıklıktan mütevellit haberlerle neden sıkça karşılaşıyoruz?
Fetullah Gülen’in Ölümü, Gökhan Bacık’ın Açıklamaları
Gündemin yoğunluğundan dolayı Fetullah Gülen’in ölümü ve ölümünden sonra onu terk eden ya da hala ona bağlı kalan ve ağırlıklı olarak yurtdışında yaşayan takipçilerinin ne dediği Devlet Bahçelinin başlattığı açılım tartışmalarından dolayı basın tarafından pek de takip edilmedi. Ne var ki söylenen bazı şeyler oldukça enteresandı.
Bu süreçte bizi rahatsız eden en önemli görüş kendi ifadesiyle 15 Temmuz sonrası FETÖ’den ayrılan ve hali hazırda Prag’da öğretim üyesi olarak yaşayan Prof. Dr. Gökhan Bacık’tan geldi. FETÖ’nün güçlü dönemlerinde “Cemaat Üniversitesi” olarak bilinen “İpek Üniversitesinde” Dekanlık yapmış, “Fatih” Üniversitesinde uzun yıllar Öğretim Üyeliğinde bulunan Prof. Dr. Gökhan Bacık, yurtdışından Fetullah Gülen ile ilgili ilginç açıklamaları aslında önceden de gündeme gelmişti. Örnek bir yazı için bu linkteki habere bakabilirsiniz. ( ttps://www.yenisafak.com/gundem/gulen-her-eylemden-sorumlu-4598757 )
Medyascope TV. kanalında Ruşen Çakır’ın 21 Ekim 2024 tarihli programına konuk olan Gökhan Bacık, programda son yüz elli yıldır muhalefette olan İslamcı veya dindar insanların, partilerin, cemaatlerin, tarikat gibi kurumların iktidara gelmesinden sonra uğradığı başarısızlığı Sünni devlet ve toplum teorisine bağladı. Bununla da yetinmeyen Bacık, programın sonlarında da Sünni bakış açısını demode ilan ediyor, mevcut dünyada Müslümanların Sünnilikle ilerleyemeyeceğini vurgulayarak, Sünniliğin köy ve kasabalarla sınırlı kalmasını, doğum, ölüm, düğün gibi sosyo-kültürel bir mahiyetle yaşanması gerektiğini, Sünniliğin siyasi veya şehir hayatına taşınması halinde başarısızlığa uğramasının kesinliğinden dem vuruyordu. Sünni devlet yapılanmasının Selçuklu çağında oluşmasından dolayı bugüne hitap edememesinin kaçınılmazlığına değinen Bacık, bu perspektife sahip insanlardan dolayı modern Türkiye’nin şu anda Moğol emperyalizminden de daha vahim günler yaşadığı hikayesini de dinleyenlere anlattı. Dini ya da siyasi aktörlerin yaptığı hataların her zaman için temsil ettikleri düşüncelerin itibarlarını yok ettiğini belirten Bacık, Sünni algıya sahip iktidarların fiyaskoyla neticelendiğini anlatma gayretine düştü. Bacık konuşmasında bazen eski lideri olan Fetullah Gülen’i bazen de 2013’e kadar destekledikleri AK Partilileri Sünni ideolojinin çökmesinde, fiyasko yaşamasında da baş aktör ilan etmeyi ihmal etmedi.
Kişilerin Hataları Sünni Teoriye Yüklenemez
Tipik bir tümevarım yöntemiyle konuşan Bacık’ın en temel hatası Gülen’i devlet başkanı zannetmesi, AK Partililerin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Hanefi İslam ve Örfi Hukukla yönettiklerini zannetmesidir. Şayet devlet Hanefi İslam ve Örfi hukukla yönetilseydi emin olun ki ortada ne AK Parti ne de Gökhan Bacık gibileri kalabilirdi.
Gülen’in anladığı İslam’ı uzun yıllar benimseyen, savunan, hizmet eden Gökhan Bacık, anladığımız kadarıyla Gülenistlik ile Sünniliği birbirine karıştırmakta ya da karıştırıyormuş saflığına yatarak kişileri aklama yoluna gidiyor. İşin özünde Gülenistlerin Sünni olması ve Gülenistlerin yaptığı ihanetler aslına bakacak olursanız ne Sünni bakış açısına bağlanabilir ne de Sünni devlet ve toplum teorisinden kaynaklandığı ileri sürülebilir. İlla ki bir şeylere bağlamak isteniliyorsa bunu çok çok Gulatı Şii’nin bir yorumu olan Nizari mezhebine bağlı Hasan Sabbah’ın çalışma yöntemlerine ve akaidine benzetmek çok daha doğru olur. Yani bugünün ve dünün Türkiye’sindeki yanlışlıklar Sünni devlet ve toplum anlayışına bağlanarak başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilemez. Eğer Bacık’ın önermesini kabul edecek olursak bu sefer de AK Parti’nin başarısızlığını Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk düzenine, kurumlarına ve müesses nizamına mı bağlayacağız? Hadi bağladık diyelim ne yapacağız, devlete mi baş kaldıracağız? Bacık’ın ya da Avrupa’ya ABD’ye yayılmış pek çok eski veya aktif FETÖ üyesinde görülen bu tavır sadece çatışmacı bir perspektife kapı aralamaktan, insanları kışkırtmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Yani huylu huyundan vaz geçmiyor!
Kişileri aklamaya dönük ya da onları masumlaştırmayı amaçladığı anlaşılan Gökhan Bacık’ın görüşü kendisi de dahil pek çok kişide görülen suçu başka bir yere veya kişiye yönlendirme amacıyla ilgili olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca biz Gökhan Bacık’ın Sünni Devlet Teorisini bildiği kanaatinde de değiliz. Sultan Alpaslan, Vezir Nizamülmülk ve Gazzali’nin bir projesi olarak ortaya çıkan Sünni Devlet Teorisi Tanzimat’a kadar hakim ve hayatın her alanını kuşatan teoriden pratiğe geçmiş Hegel’in tanımıyla “aşkın bir devleti” oluşturan hukuk ve devlet düzenidir. Yani bugünkü hukukla, devletle ve toplumla da ilgili değildir. Özünde Hanefi, Maturidiyelik gibi mezheplerin olduğu Sünniliği sadece teorik bir yaklaşım alanına hapsedilmesi zaten en başında Gökhan Bacık tarafından yapılan bir hataydı.
Bacık’ın görmezden geldiği en temel konu ise Türkiye’de şu an egemen olan siyasi ve dini otoritelerin her şeyden evvel Sünni devlet ve toplum teorisini Tanzimattan bugüne kadar gelen süreçte uygulama şansına hiçbir zaman sahip olmadığı gerçeğidir. Bunun yanında o günden bugüne gelen süreçte yaşanan her alandaki değişimin Sünni devlet ve toplum teorisine uygun insan ve devlet adamı yetiştirme anlayışına uygun olmaması istenilse de Sünni devlet ve toplum teorisini, pratiklerini uygulamaya koyamamanıza zemin hazırlar. Nitekim FETÖ’yü kuran ve liderliğini yapan Fetullah Gülen bir konuşmasında “Her Erzurumlu kadar Türkçüyüm” diyebilmesi ne kadar da Sünni devlet ve toplum teorisinden kopuk olduğunu göstermeye yetmez mi? Gökhan Bacık’ın görmek istemediği tam olarak budur. Birilerinin mensubu olduğu perspektif, o kişinin o perspektifi anladığı, uygulayabildiği ve doğru yorumlayabildiği anlamına gelmez. Unutulmamalıdır ki günün sonunda hepimiz Maturidiye anlayışıyla hayatı tamamlıyoruz. Maturidiyelikte ise inandığınız değerler kalple tasdik edilmedikçe gerçekten ona inandığınızı söyleyemezsiniz. Bacık’ın konuşmasında ismini andığı FETÖ çevresi, Fetullah Gülen ya da iktidarın Sünni devlet ve toplum teorisine ne ölçüde inandığını veya kalbiyle tasdik ettiğini ne kendisi ne de bizler bilebiliriz. Ne var ki yola cemaat lideri olarak çıkan, sonra da devleti ele geçirmeye çalışan bir örgüt liderine dönüşen Fetullah Gülen’in yaptıklarına bakarak onun Sünni devlet ve toplum teorisine ve pratiğine kalben inanmadığını söyleyebiliriz.
Sünni devlet ve toplum pratiğini bilmek ayrıdır, bu kapsamda ortaya çıkan hukuk ile devletin yönetilmesi hatta ana kademe yöneticilerin Sünni mezheplerden birine mensup olması apayrı bir olgudur.
Sünnilik hepimizce malum olduğu üzere Peygamberimizden sonra ortaya çıkmıştır. Ama Sünni devlet ve toplum anlayışı temel de peygamberimizin uygulamalarını devlet ve toplum hayatının merkezine koyan bir anlayıştır. Kanaatimizce Sünni teoriyi suçlamak aslında Peygamberimizin sünnetini sorgulamaktır, hatta suçlamaktır, yetersiz olduğunu ileri sürmektir. Sünni devlet ve toplum teorisi ve pratiği, din ile devleti ikiz kardeş olarak ilan eden, devleti hem bu dünya da hem de ahirette insanları saadete ulaştıracak bir biçimde araçsallaştıran ve devletin kuruluşunu dünyevi toplumsal bir sözleşme olarak açıklayan garbi anlayışı ret eden bir temele sahip olduğu önermesine sahiptir. Burada soralım Sünni devlet ve toplum teorisini bugünün Türkiye’sinde kaç AK Partili ve MHP’li devlet adamı, siyasetçi ya da destekçisi benimsemiş olabilir? Sünni, devlet ve toplum teorisinin yukarıda yer verdiğimiz ilkelerini, özelliklerini bugün yazımızda adı geçen partilerden, gruplardan, örgütlerden kaç tanesi benimsemiştir, bu teoriyi gerçekten benimsemiş olsalardı ülke bugün ve son 150 yılında bu halde olabilir miydi?
Son olarak da Gökhan Bacık’a soralım mevcut Sünniliği benimseyenlerin başarısızlığından dolayı peygamberi mi ret etmeliyiz yoksa Şii modele mi geçmeliyiz? Hatta İslam’ı mı terk edelim? Yoksa iğneyi önce kendimize mi batırıp neden vahyin aydınlattığı akılla hareket etmediğimizi mi sorgulayalım?
Yazımızın başında dediğimiz gibi Osmanlı’nın son Cumhuriyetin ilk yıllarında bazıları başarısızlığın nedenini İslam’da görmüştü. Gökhan Bacık ise çağ atlayarak suçu bu çağda Sünniliğe attı. Durmayın devam edin suçlayın, ne de olsa meydan boş!
Gökhan Bacık’ın önemli gördüğümüz konuşmasının ilgili kısımları yukarıdaki video da yer almaktadır. Dileyenler oradan izleyebilir. Gökhan Bacık’ın Türkiye’nin Moğol istilasını yaşadığı yıllardan daha geri ve kötü günler yaşadığı tezini de ayrı yazımızda konu edeceğimizi şimdiden söyleyelim.