Tarih boyunca kimi zaman aşağılanan kimi zaman toplumun baş tacı edilen kadın; coğrafyaya, iklime ve ekonomik ilişkilere göre her toplumda ayrı bir statüye sahip olsa da günümüzdeki kadar hiçbir çağda bu derece derin bir psikolojik baskı altına alındığı, iradesinin görmezden gelindiği, putperest dönemlerde olduğu gibi metalaştırıldığına şahit olmadık. Üzülerek ifade etmeliyim ki sömürü kıskacındaki ülkemizin medyasında, televizyonlarında hatta edebiyatında kadın maalesef ki bir suç makinesi olarak tarif edilmekte, kötülüklerin kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Kadını sindirerek onun emeğinden, özverisinden, anaçlığından istifade etmek isteyen ırkçı emperyalizm ve onun ülkemizdeki uzantıları, kadının öz iradesini kırmaya çalışmakta, onun haklarını ona dayattıkları ekonomik ve sosyal kurallar dizininde yok etmeye çalışmaktadırlar.

Kadının İradesi Kırılırsa

Uzun yıllardan beri ülkemizde yaşanan eğitim süreçlerinin hayatın gerçekliğine hitap etmemesi, okullardan gerekli donanıma kavuşmadan mezun edilen kadınlarımız maalesef ki kapitalist sisteminin tüm saldırılarına açık hale getirilerek aile, çalışma ve emek hayatının hengamesinde sömürülmektedir. Günümüz Türkiye’sinde bilhassa modernleşme sorunu içerisinde bulunan Manavgat’ımızda kadın, kendini koruyamayan ya da sömürüyü kanıksamaya başlayan bir insan olarak hak etmediği bir yerdedir. Ben bunu 1 rakamının 0’ın önünden alınmasıyla 10 sayısının sıfıra dönüşümü olarak tanımlıyorum. Kadın iradesinin kırılması, kadının saygısızlıkla karşılaşması demektir. Kadının kendini sıfırlaması en yakınlarından şiddet görmesi demektir, kadının çalışma hayatında verdiği emeğinin hakkı olan maddiyatı işverenden talep edememesi demektir. İşte bu yüzdendir ki kadının iradesini kıracak her türlü oyun ve desise sistematik olarak ırkçı emperyalizm ve onun Türkiye’deki uzantıları tarafından sosyal medya, TV., basın yayın, dizi, edebiyat, sinema sektörü aracılığıyla bizlere öğretilmektedir.

Kadına Kapitalist Bir Mantıkla Yaklaşılıyor

Kapitalist anlayışta kadının maddeleştirilerek onun bir tüketim aparatı unsuru ya da üretimin ucuz iş gücüne dönüştürülmesi ancak kendi özümüze dönülmesiyle durdurulabilir. Klasik İslam ve Türk Medeniyetinin, Kültürünün ön gördüğü kadın prototipi; kadınının fiziksel özelliğinden ziyade onun anaç özelliğine, ahde vefasına odaklanır. Onu huzurun kaynaklarından biri olarak konumlandırarak kadını insani bir varlık gerçeğiyle evrenin merkezi ilan eder.

Cahiliye dönemi olarak isimlendirdiğimiz “Arap Kapitalizmi” döneminde düzene ve o düzen içerisinde yer alan kadının sömürülmesine başkaldıran Peygamber Efendimiz, Allah kelamını ilk olarak Hz. Hatice annemize tebliğ etmişti. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, dinin tebliğinde kadına 1. dereceden hak ve özgürlükler vererek dini yaymada onları görevlendirmiş böylelikle kadının sömürülen değil; yaşatan, öğreten ve hakkın hakim olması için çalışacak bir değer olduğunu tüm dünyaya göstermişti. Kadının elinin değmediği bahçenin çiçek açamayacağını bilen yüksek İslam ve Türk Medeniyeti ve Kültürü, kadının öz iradesiyle vahyin aydınlattığı akılla Sünnetullah çerçevesinde özgürce yaşaması için her türlü tedbiri almaktan geri durmadı. Çünkü medeniyetimizin temellerinden biri de kadının gelişmemesiyle toplum ve devlet hayatımızın da gelişemeyeceği gerçeğine dayanıyordu.

İslam Medeniyetinin Türkiye’deki en önemli değerlerinden biri olan Rahmetli Necmettin Erbakan Hocamızda bu gerçeklerden yola çıkarak 1969 yılında başlayan ve liderliğini üstlendiği siyasi mücadelesinde kadın kardeşlerinden hep destek istemişti. Bilhassa 1980’lerde itibaren Necmettin Erbakan Hocamızın eşi rahmetli Nermin Erbakan Hanımefendinin öncülüğünde kurumsallaşan Milli Görüşün kadın kolları teşkilatları peygamberi bir metotla Hz. Hatice ve Hz. Ayşe annelerimizin izinde, kararlılığında tebliğ ve irşat hareketlerine başlamıştı.  Milli Görüşün kadın politikaları kadınlarımızı kapitalist saldırılar karşısında şuurlandırmış, onların siyasette isterlerse partilerini dahi iktidara taşıyabileceklerini tüm ülkeye öğretmişti. Nitekim Necmettin Erbakan Hocamızın Başbakanlığa gelmesi aslında bir yönüyle medeniyetimizin taşıyıcısı olan kadınlarımızın adı konulmamış bir zaferiydi. CHP’nin batılı değerlere dayanarak 100 yılda yapamadığı kadının siyasete ve toplumsal hayata kazandırılmasını 20 yıl gibi kısa bir sürede İslam Medeniyetinin temellerine dayanan Milli Görüş hareketi başarıyordu.

Kadının Yüzünde Tebessüm Varsa Orada Kalkınma Vardır

Kadının toplumsal ve ekonomik gücü aslında bir memleketin büyümesi ve kalkınması anlamına gelir. Onun yüzündeki içten tebessüm sadece eşinin, çocuklarının, anne ve babasının değil tüm toplumun yorgunluğunu üzerinden almaya yeter. Çünkü onun tebessümü yarının umudu, bugünün başarısıdır. Ödev sorumlulukların yerine getirilmesinin, istikrarın nişanesidir. Çok basit bir misal vererek yazımı sonlandırmak isterim. Eğer okula giden bir çocuğun notu düşükse muhtemelen o çocuğun annesi üzgündür, kocası hastaysa huzursuzdur, komşusu açsa perişandır. Kadın toplumun ve devletin mahşeri vicdanıdır. Eğer bir toplum ve devlet vicdanını kaybetmişse bu kadınımızın geri plana atıldığına, fikirlerine ve iradesine değer verilmediğine delalet eder. Kadınımızın istenci ve anaçlığı ihya edilmezse “Devlet Ana” ölür, “Devlet Ana” ölürse devlet ve toplum şedit ve ceberut bir babaya dönüşür. “Devler Ananın” yeniden ihyası dileğiyle kalın sağlıcakla.

 

 

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz