Ülkemizde bazılarınca IV. Louis’e bazılarınca da onun torunu XVI. Louise atfettiği “Ben Devletim” sözü siyaset sahnesinde yaygın olarak kullanılmıştır. Avrupalılarca IV. Louise atfedilen söz, sözün söylendiği iddia edilen Paris Parlement (Adalet Meclisi) tutanaklarında bulunamadığı için Fransız düşünür Voltaire’in bir kurgusu olarak kabul edildi.
Kurgu ya da değil ama “Ben devletim” ifadesi Voltaire’den beri mutlakiyetçi yönetimler ve mutlakiyetçi monarşizmi tanımlamak için sıklıkla kullanıldı. Yöneticinin şahsı ile devletin bütünlüğünü birbirlerinden ayrılmaz birlikteliğini savunan ifade, modern otoriter ve hatta totaliter yönetimlerin atası olarak görüldü.
Osmanlı siyaset geleneğinde yer alan hükümdarın “Devletlü” veya “Zatı Devletleri” olarak takdim edilmesi aslında mutlakiyet ve hükümdarla devleti özdeşleştirme anlayışının bizim devlet geleneğimizde de olduğunu somut bir biçimde gösterir. Zaten XIX. Yy.’ın ikinci yarısından sonra ortaya çıkan Jön Türk hareketi mutlakiyeti yıkma amacına sahip değil miydi?
1876 Anayasasıyla mutlakiyetin sona ereceği düşünülse de aslında ortaya anayasa tarafından tahkim edilen tuhaf bir meşruti monarşi sistemi çıktı. Osmanlı tipi miydi yoksa Prusya tipi miydi belli değil! Parlamentonun kayda değer hiçbir yetkisi yoktu. Yürümeyen bu sistem çok çabuk İstibdada dönüştü. 13 Nisan 1909’a kadar da mutlakiyet istibdat naralarıyla varlığını sürdürdü. İttihatçılar 1909 anayasa değişikliği ile kâğıt üzerinde kolu kanadı kırık, yetkileri sembolleştirilen bir hükümdar imgesiyle parlamenter bir sistemi Osmanlı’ya getirmeyi başardılar. Başarmışlardı başarmasına ama uygulama da ya İttihatçıların otoriter ve kendini devlet yerine koyan bir irade ile inşa ettikleri triumvirlik benzeri organizasyonla kendilerini devletin yerine koydular. Katı ve militarist hükümler dağılmaya yüz tutan imparatorluğa egemen oldu. Her tez antitezini doğurur ve bir sentezle yolunu bulur ilkesi bir kez daha hayata geçmişti.
Yıl 1926 ve Mustafa Kemal: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözüyle hem İzmir suikastı teşebbüsünü kınıyor hem de şahsının ve yönettiği devletin birbirinden farklı şeyler olduğunu ifade ediyordu. Yani beni öldürebilselerdi devlet yıkılırdı, çökerdi, kaos olurdu vb. şeyler söylemiyordu. Kısacası “Ben devletim” demiyordu. Tam tersine şahsının devlet için gelip geçici olduğunu, asıl olanın devlet olduğunu vurguluyordu. Halbuki: “Mustafa Kemal demek Türkiye Cumhuriyeti demektir” de diyebilirdi ve herhalde buna kimse de itiraz edemezdi. Ne de olsa gerçek bir halaskar, hakiki bir münci ve o tarihte yaşayan en büyük gaziydi.
10 Kasım, her insanda Mustafa Kemal’de farklı bir şeyler gördüğü, anladığı günlerdir. 10 Kasım yukarıdaki anlatımımızda ifade ettiğimiz gibi bizde Mustafa Kemal Atatürk’ün, yönettiği milletine karşı mütevazi olmayı seçtiğini, şahsiyetini asla devlet ile özdeşleştirmediğini, devletin kendisinden de önde olduğunu benimsemiş bir lider olduğu çağrışımını hatırlatır.
CHP’nin 10 Kasım İmtihanı
Peki onun yolunda olduğunu iddia edebilen, hatta onun kurduğu partide siyaset yapan Manavgat’ın yerel siyasi elitleri ne yapıyor ya da ne yapmaya çalışıyor?
Onlar sahte bir kahramanlık hikayesinin taşlarını Oymapınar’dan Manavgat’a uzanan bir yolda döşemeye çalışırken “Biz de devletiz burada unutmayın” diyebiliyorlar. Hatta bunu kendisine “Ben de devletin memuruyum” diyen yerel bir bürokrata karşı söyleyebiliyorlar. Düşünseniz ya herkes kendini devlet ilan etmiş. Voltaire XIV. Louis’in mutlakiyetini eleştirmek için kurguladığı bu tanımlamayı bizim “devletlüleri” ya da “zatı devletlerini” görse acaba kullandığına pişman olur muydu ya da XIV. Louis’e haksızlık ettiğini mi düşünürdü?
XIV. Louis’e, İttihatçı liderlere rahmet okutan bir tonla “Biz de devletiz” diyenler nasıl bir devlet ki yüzer GES projesi sürecini toplantıdan bir hafta önce öğrenebiliyorlar? Nasıl bir devlet ki o toplantının olumlu ya da olumsuz anlamda gerçekleşmesinin, GES projenin hayata geçmesinde kritik bir öneme sahip olduğunu bilmiyorlar? Evet yanlış duymadınız belediyenin de Oymapınar organizasyonunda yer aldığı toplantıya halktan hiç kimse katılmasaydı, görüş beyan etmeseydi projenin hayata geçmesi süreci kendiliğinden duracak ve projenin hayata geçirilmesi safhasında bir adım daha mesafe alınmayacaktı. “Biz devletiz burada” diyenler daha devletin bürokratik işlemlerinden haberdar değil. “Biz devletiz burada” diyenler yöre halkının istek ve talepleri alınmazsa eğer projenin yeni safhaya taşınmayacağından bilgisi yok. “Bizde devletiz burada” diyenler komisyon başkanlığını yapan yerel bürokratın geldiği devleti yani Cumhuriyet Türkiye’sini İsrail’e benzetebiliyor. Demek ki “Bizde devletiz burada” diyebilenler kendini ayrı bir devlet, komisyonu gönderen bakanlığın devletini ise ayrı bir devlet olarak görebiliyor. Buyurun buradan yakalım, ayıklayalım pirincin taşını?
Yerel siyasi elitlerin halka kendisini kanıtlaması zordur. Bu uğurda mesleklerini, önceki siyasi kariyerlerini referans olarak kullanabilirler, bizce de makuldür. Ama başında oldukları yerel yönetimi Manavgat’ın mutlak idaresine sahip bir organ olarak yansıtmaları ne siyaset felsefesine ne mevzuata ne de siyasi geleneklerimize uygundur. İdari vesayet ile aslında merkeze sıkı sıkıya bağlı olan ve bunu da gayet iyi bilen yerel elitler siyasi şov uğruna sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan iktidarın ekmeğine yağ sürmektedirler.
Keşke 10 Kasım törenlerinde Atatürk’ün aydınlanma felsefesinden nasıl ve ne şekilde etkilendiği, birey-bürokrasi-halk-millet-devlet dengesinden ne anladığı, devlet ile idareci ve kadrolar arasındaki ilişki mahiyeti anlatılabilse.
Bir yanda 11 yıl kesintisiz savaşların muzaffer komutanı, yaralı askeri, hayatına defalarca kastedilen siyasi liderinin devleti şahsından üstün tutan devlet adamlığı ve mütevaziliği diğer yandan onun kurduğu partide kendini “Bizde devletiz burada” diyerek şahsını ayrıştıran, mütekebbir tavırlı yerel siyasi elitler.
Ussal bir liderlikten karizmatik bir liderliğe geçme isteği çok bariz olan Manavgat’ın ulusaldan yerele düşen ve yerelden ulusala yükselen enaniyet yüklü elitleri Manavgatlıyı kollektif bilinçten ve siyasal birikimden uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor, her fırsatı kullanıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz uygulanan Hegelyen tavırlar demokratikleşmesi gereken yerel siyaseti daha da despotik ve çatışmacı bir hale sokuyor.
Napolyon için söylenen “dünyanın ruhu at sırtında” betimlemesi miadını çoktan yitirdi ve kaybetti. Kazananlar ancak bundan 86 yıl önce bir 10 Kasım sabahı aramızdan ayrılan ve bir ideal etrafında çalışan mütevazi insanlardır. Oymapınar’dan Manavgat’a at sırtında yollara taş döşeyerek gelmenin bir anlamı yok. Sizde, mefkurenizde, hedeflerinizde, Yüzer GES’i durdurarak kahraman olma hayalinizde çoktan çöktü, haberiniz olsun.